Çocukluğumda geçirdiğim rahatsızlıklar nedeniyle, bir teşhis için doktorlar ve hastaneler arasında nasıl dolaştırıldığımı hatırlıyorum. Daha sonraki yıllarda gerek kızım Dilek’in, gerekse oğlum Metin’in tedavileri için Avrupa ve Amerika’ya yaptığım gezilerde tek hastane yerine Medical Center denilen sağlık merkezleri de olduğunu görmüştüm. Yıllar sonra kalp kapakçığı ameliyatı olmak için Houston’a gittiğimde, Medical Center’ı inceledim. “Bunun benzerleri neden ülkemde yok?” diye kıskandım. Sağlık merkezlerinde bulunan Hilton gibi, Marriot gibi dünyaca meşhur otel zincirine ait otellerin fiyatlarının şehir merkezlerindeki fiyatlardan ucuz oluşları dikkatimi çekti. Sağlık hizmetlerinin hayati önem taşıması nedeniyle, bu bölgelerdeki otellere vergi muafiyetleri gibi bazı teşvikler, şehirde 300-400 dolar olan otel fiyatlarının bu merkezlerde 125-150 dolara kadar indirilmesine imkân vermiş. Hasta, otele yakınıyla birlikte yerleşince hem otellerin, hem de hastanelerin servis araçlarıyla, hatta bazen yer altı veya yer üstü “sky bridge” denilen, her tarafı camla kaplı geçitlerden hastanelere kolaylıkla ulaşılabiliyor. Otellerin lobilerinde, hastane-otel bağlantı galerilerinde butikler, lokantalar, eczaneler, kuaförler, seyahat acenteleri, hatta barları bile var. “McDonald’s” yirmi dört saat açık. Bütün hastanelerle tahlil laboratuvarları ve doktorların hastane dışındaki muayenehaneleri internet bağlantılı. Doktorun muayenehanesinde (ki genellikle hastane dışındaki ayrı bir binada oluyor) alınan kanın, idrarın veya dışkının tahlil neticeleri yahut MR gibi, cat-scan gibi, röntgen gibi çekimlerin neticeleri, bu çekimleri okuyarak değerlendirecek uzman doktora ve muayeneden sorumlu doktora anında bildirilebiliyor. Otomobiliyle gelen hastaya veya ziyaretçisine bedava otopark imkânı sağlanmış oluyor. Bir de İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde aracıyla hastaneye giden hastaları veya ziyaretçileri düşünün.ABD’de örneklerini gördüğüm bir sağlık merkezini İstanbul’da yapma fikrini, zamanın Sağlık Bakanı Osman Durmuş’a anlatmıştım. Kendisiyle Baltalimanı Kemik Hastanesi’nin restorasyonu ve ek inşaatları için 2 milyon Amerikan doları bağışta bulunmam vesilesiyle yapılan imza töreninden sonraki sohbette, böyle bir arsa tahsisi yapıldığı takdirde, su elektrik, telefon, internet, doğalgaz, kanalizasyon gibi altyapıyı yapacağımı, hastaneler için uygun parseller ayrılacağını, imar izinleri alınmış arsaların, hastane yapacak müteşebbislere tahsis edileceğini söyledim. Anlattıklarımı beğendi. Bu proje için İstanbul Kartal-Maltepe’de, hafta sonları açık oto pazarı yapılan 250-300 dönümlük araziyi tahsis edebileceklerini bana söyledi. Yaptırdığım araştırmada, en son ve modern sağlık merkezinin Amerika’daki Miami’de yapıldığını öğrenerek, o projeyi yapanlarla temasa geçtim. Projeler hazırlattım. Böyle bir projeye katkıda bulunabilecek arkadaşlarımla görüştüm. Fikri beğendiler. Bütün altyapı yanında idare merkez binasının da tarafımdan yapılmasının uygun olacağı konusunda da mutabakata vardık. Hatta yönetim prensipleri üzerinde de bir hayli çalıştık. Ancak adı geçen arazinin bir bölümünün, hemen E5’in karşı tarafındaki Jandarma Kışlası’na ait olduğu ortaya çıktı. İçişleri, Milli Savunma ve Sağlık bakanlıkları arasında şartlı tahsis yapılabilir mi konusuna da değindim. Olmadı yapamadım, yani başaramadım. Yapamadım da ne oldu? Geçenlerde gazetelerden okudum. O alanın park yapılması projelerine başlanmış. Tabii park da lazım. Ama parkta sağlıklı insanın dolaşması için hastane lazım, anlatamadım. Kanaatim o ki, sivri sol görüşe sahip kafalar, SSCB’de olan değişimin farkında dahi olamadı. Çünkü bu kafalar, Stalinci ve Maocu görüşler, Gorbaçov’un ne yapmak istediğini dahi anlayamadı. Anlayamadıkları gibi, benim yapamadıklarımda da rol oynadılar. Bu kafadakilerin insanların frenlerinden 70 milyon insan çok şey kaybetti. Özelleştirmelerin, yap-işlet-devret felsefesinin önemini bir türlü kavrayamadılar. Yeşilköy’de Atatürk havalimanı gibi bir numune ortadayken, devlet kasasından on kuruş çıkmadan, Avrupa’da eşi az bulunan böyle bir havaalanı inşaatının yapılmasından da ders almadılar. Çanakkale Boğazı, İzmit Körfezi geçidi, İstanbul Boğazı tüp geçit projeleri hep o kafalar yüzünden hala beklemededir. Süleyman Demirel, Atatürk Havalimanı açılışında yaptığı konuşmada bunun altını çizdi. Bu projenin beş yıl gecikmesinin vebalini birilerinin çekmesi lazım geldiğini ince bir hicivle dile getirdi. Bu kafadakiler, yabancı sermayeye de karşıdırlar. Örnekleri de komik: yabancı sermaye Almanya’yı perişan etmişmiş. 1945’te yerle bir olan Almanya’nın bu yabancı sermayeyle ayağa kalktığını görmeyip, “Almanya’yı perişan etti” diyenlere ben de, ”Gözünü seveyim, gelse de bizi de perişan etse, Almanya gibi paramızın değeri bir saygınlık kazansa” diyorum. Diyeceksiniz ki “Sabancı neden üzülüyorsun, paran yanında kalsın, boş ver.” Boş veremiyorum, bütün mesele burada. Anamdan, babamdan böyle gördüm vaktiyle. Sadaka alan dolayısıyla sadaka almanın ne olduğunu bilen rahmetlilerin, imkânları olunca aynı köye gelip, yağ, kumaş ve para dağıtırken gözlerindeki mutluluğu görerek büyüdüm ben. Baltalimanı Metin Sabancı Kemik hastanesi açılışında, odaları ziyaret ederken, hastaların bakışlarıyla teşekkürlerindeki huzuru hangi parayla alabilirim ki? Şayet izin verselerdi, bu hastaneler yapılsaydı kim bilir daha ne dualar alırdım..