YAŞADIĞIM EVLER
1942’lerde eski tarz, iki katlı, toprak damlı Adana evimizden aynı cadde üzerindeki başka bir eve taşındık. Bu ev daha büyük, daha geniş, daha muntazamdı. Sahibi yabancı uyruklu biri imiş. Pembe boyalı olduğundan ’Pembe Ev‘ diye anılırdı. Sonra bahçeye konulan bir aslan heykeli nedeniyle ‘Aslanlı Ev’ diye söylenir oldu. O yıllarda imkânları sınırlı olan babamın aslan heykeli satın almak için para dökmesi, sabahtan akşama kadar pamuk alım satımından oturmaya vakit bulamazken, heykelin nakli için çaba göstermesi, yerine konuluncaya kadar başında beklemesi, bizi hayli şaşırtmıştı; ama herhalde bizi adamakıllı etkilemiş. Bugün ben de sanat eserleri peşinde koşmak için vakit ayırmaktan büyük zevk alıyorum. Yeni evin alt katında yemek odası, oturma odası, mutfak vardı. Yatak odaları yukarıdaydı. İlk kez bu evde bizlere karyola alındı. Masada yemek yemeye başladık. Masanın üzerine herkese tabak, yanına çatal kaşık konuluyordu. 5-6 yıl sonra Zekai Koçak isimli bir mühendis bu evi, bahçeye doğru büyüttü. Dört yatak odası ekledi. Altı kardeş bir odada yatarken, ikişer ikişer odalara taksim olduk. Ben kardeşim Hacı ile aynı odayı paylaşıyordum. Pembe Eve taşındığımızda babam bir radyo satın aldı. Hepimiz radyonun başından ayrılmaz olduk. Gerçekte bizim Akçakaya’da da ilginç bir radyo maceramız olmuştur. Akçakaya’daki eve ya babam ya Bey Amca bir radyo getirmişti. Bir eski bisikleti ağaca bağlayıp, tekerleği döndürerek akümülatörü şarj etmeyi denediler. Olmadı. Sonra kavak ağacının tepesine bir pervane yerleştirip, onunla akümülatörü şarj etmeye kalktılar. Radyo kör topal çalıştıydı. Sert bir rüzgâr pervaneyi kırınca, bizim radyo dut yemiş bülbüle döndü, hevesimiz kursağımızda kaldı. Bu radyo köyün tek radyosu idi. Haber saatlerinde köylüler toplanır ‘Alman Harbi’ – İkinci Dünya Savaşı’nın gelişmelerini öğrenmeye çalışırlardı. Top peşinde koşmak, en büyük çocukluk tutkumdu. Adana’da Pembe Evin karşısında pavyon diye adlandırdığımız, Fransızlardan kalma evlerde oturan Defterdar’ın oğlu Ayhan ile onların bahçesinde her gün top koştururduk. Bahçede eski bir havuz vardı. Bir gün oynarken alnımı bu havuzun fıskiyesine vurdum. Kaşımın üstünde koca bir yara açıldı. Saatlerce kan durmadı. Hala izi vardır.
Babam, Anadolu insanının alışkanlığı doğrultusunda, imkânlarının bir kısmını gayrimenkule yatırmaya başladı. Anadolu geleneğinde, servetin bir kısmını, altın ve gayrimenkul satın almak şeklinde yatırıma dönüştürmek, bir ölçüde “hayatın iniş çıkışlarına karşı” ailenin geleceğini teminat altına almak anlamına gelir. Babamın İstanbul’da bir gayrimenkul edinme arzusu 1949 yılında belirdi. “İstanbul’a gidip geliyoruz. Orada büyükçe bir ev alalım. Gider yazları çoluk çocuk otururuz” demeye başladı. Anadolu’dan İstanbul’a gelenlerin ve hele “Nargile” tiryakilerinin İstanbul’da ilk uğrakları yer Emirgan’dır. Emirgan’da asırlık çınarın gölgesinde “Nargile tokurdatmak”, “Bir bardak demli çay içmek”, bu arada boğazın mavi sularını seyretmek, Anadolu’dan gelenlere İstanbul’un en çekici yanıdır. Babam da Emirgan’daki Çınar altında nargile fokurdattıktan sonra, annemi ve beni yanına alarak satılık ev aramaya başladı. Bizi Muhlis Bey isimli bir kişinin evine götürdüler. Modern yapılmış bir evdi, Özellikle benim çok hoşuma gitti. Mösyö Hummos isimli bir aracı ise bizi, bugün Emirgan’da sahip olduğumuz köşke götürdü. Bu köşkte, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ahfadından, Hidiv İsmail Paşa’nın torunlarından Prenses İffet Hanım yaşıyordu. Prenses İffet Hanım, köşkün ve bahçesinin bakım masraflarının fazlalığı ve belki de yurt dışında yaşama arzusu ile köşkü satışa çıkarmıştı. Babam 302 bin liraya bu köşkü satın aldı. “Muhlis Bey’in evini neden almıyoruz?” soruma babamın cevap olarak, “Muhlis Bey’in evinin bahçesi 3 bin m2. Hâlbuki bu köşkün bahçesi 22 bin m2. Büyük yer, büyük arsa her zaman iyidir. Büyük arsaya rahmet fazla yağar. Büyük yerde insan daralmaz. Evin büyüğü de iyidir. Adamın büyüğü de iyidir. İnsan iş tuttu mu büyük tutmalı. Aile dediğin büyük olmalı. Büyüğü idare edenin karı da büyük olur” dediğini, sonra da… “Yalnız burnunu büyütmeyeceksin” diye nasihat verdiğini hatırlıyorum. Babamın nasihati beni çok etkilemiş ki, o günden sonra ben de ‘büyükten’ hoşlanmaya başladım. ‘Büyük’ düşünmeye alıştım. Çalıştım, çalışıyorum. Babamın Emirgan’da 302 bin liraya ev satın aldığının Adana’da duyulması üzerine, o zamanki ortağı Nuri Has… “Babanda hiç akıl yokmuş. İstanbul’da Park Otel’de devamlı daire tutsa daha ucuza gelirdi…” demişti. Fakat zaman babamın haklı olduğunu gösterdi. Bugün bile Emirgan Köşkü Sabancı Ailesi’nin kıymetli varlıklarından birini teşkil ediyor. Emirgan Köşkü’nün bahçesindeki at heykeli ve diğer heykeller daha sonra konulmuştur. At heykellerini babam satın alıp koydurdu. Berlin’de 1899 da yapılmış büyük Bedevi heykelleri dâhil, diğer bronz ve mermer heykelleri ve çeşmeleri ben aldım. Emirgan’da 1949 yılında satın aldığımız ev, Barok mimari tarzında Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır. Emirgan Köşkü’nü biz Prenses İffet Hanım’dan mobilyalı satın aldık. İçinde Avrupa’dan çeşitli dönemlerde gelmiş mobilyalar, porselen eşyalar, büyük vazolar, avizeler vardı. Herhalde bunlar babamda antika merakının uyanmasına sebep oldu. 1950’li yıllara doğru babamın İstanbul’daki tek meşguliyeti antikacıları dolaşmaktı. O yılların en tanınmış antikacıları Lütfi Sevsevil Bey, Kafkasyalı Gurkiya, Rıza Bey, Behar, Aret Portakal, babamın en yakın dostları oldular. Dükkânları gezer, “bana yarayan bir şeyiniz var mı?” diye sorardı. Avize, vazo, Avrupa ressamlarınca yapılmış yağlı boya tablolar, aksesuar küçük biblo ve heykeller toplayıp bunları Emirgan’daki köşke getirirdi.
- ABD Eski Başkanı Jimmy Carter ve eşi
- Belçika Kraliyet Nişanı takdim etmek üzere Atlı Köşk’e gelen Belçika Prensi Albert
- TÜSİAD’ın onuruna verdiği yemeğe katıldıktan sonra Atlı Köşk’ü ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı George Schultz
- Singapur Başbakanı H.E. Lee Kuan Yew ve Eşi
- Fransa eski Başbakanı Raymond Barre
- Fransa eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Couve de MurvilleToyota Co. sahibi Mr. E. Toyoda
- Toyotasa’nın temel atma törenine katılmak üzere Türkiye’ye gelen Toyota Başkanı Shoichiro Hiroko Toyoda
- Onurlarına verilen yemekte ağırlanan Mitsubishi Corporation’un Başkanı Tate ve Eşi
- Onurlarına verilen yemekte ağırlanan Toyota Motor Corporation’un Başkanı Hiroshi Okuda ve Eşi
- 19 Temmuz 1986’da Atlı Köşk’ü ziyaret eden Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Zhao Xiang.
- Türkiye’ye resmi ziyarette bulunduğu sırada Atlı Köşk’ü ziyaret eden ABD Ticaret Bakan Vekili Clarence Brown ve Eşi
- Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunduğu sırada Atlı Köşk’ü ziyaret eden Hollanda Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Van Aardenne
- ABD Büyükelçisi H.E. M. Abramowitz
- “Muhteşem Sultan Süleyman Balonu” nedeniyle Türkiye’de bulunduğu sırada Atlı Köşk’ü ziyaret eden basın imparatoru Malcolm Forbes
- Onuruna verilen davette ağırlanan Nato Genel Sekreteri Manfred Wörner
İstanbul’da, her gün bir açık artırma ile isimleri bir zamanlar önde gelen ailelerin varlıkları satılıyordu. Babam Hacı Ömer’in, bu müzayedeleri gezerken, dostluklar kurduğu antikacılara “Eski eşyanın müptelası oldum, güzel bir şey gördüm mü kendimi tutamıyorum…” dediğini aynı kişilerden duymuşumdur. Üzerine yeni elbise almaya kıyamayan babamın, antika alımları için o güne göre büyük paralar harcaması da bunu doğruluyor. 1950 yılında, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ailesinin, Karaköy’de Mühürdar’da 1935 yılından beri kapalı duran köşklerindeki, Osmanlı döneminde toplanmış eşyaların ve sanat eserlerinin verese tarafından satışa çıkarılacağını duyan babam, köşkü ziyaret etmiş. En çok, köşkün bahçesinde bulunan 1876 yılında Paris’te bronz olarak dökülen at heykelini beğenmiş. Gazi Ahmet Muhtar Paşa ailesinden alınan ilk at heykeli, Vehbi Bey ile bir sürtüşmeye neden olmuştur. Ahmet Muhtar Paşa terekesinin satışında bir at heykeli ile bir geyik heykeli artırmaya konulmuş. At heykeli, bugün Emirgan’da bizim evin bahçesindeki at, geyik heykeli ise Divan Oteli’nin önündeki geyik. Hikâye şöyle: At heykeli artırmaya çıkınca, babamın niyetini bilmesine rağmen, Vehbi Bey devamlı pey sürmüş. Sonuçta at heykelini gönlüne koyan babam, düşündüğümüzden çok yükseğe çıkan fiyatı ödeyerek, heykele sahip olmuş. Geyik heykeli artırmaya çıkarılınca, Vehbi Bey babama, “Hacı Ömer Ağa, işte sen at heykeline sahip oldun. Artırmaya katılma da şu geyik heykelini fiyat yükselmeden ben alıvereyim.” demiş. At heykelinin fiyatını ısrarla yükselten Vehbi Bey’in bu isteği, babama pek makul gelmemiş olsa gerek ki, “Yok öyle şey Vehbi Bey. Ödeşeceğiz.” demiş. Geyik heykeline pey sürerek fiyatını yükselttikten sonra Vehbi Bey’in üzerinde bırakmış. Vehbi Bey, Divan Oteli bahçesine at heykeli yerine geyik heykelini koymuş. Babam ise at heykeline sahip olunca çok sevinmiş. Bu heykel Emirgân’daki köşkün bahçesine dikilince, evimiz “Atlı Köşk” olarak anılır olmuş. Gazi Ahmet Muhtar Paşa ailesinden alınan ilk at heykeli, Emirgân’daki evin hemen önünde durur. Yoldan geçenler tarafından görülmez. Yoldan görünen büyük at heykelini de babam almıştır. Onun hikâyesi daha da ilginçtir. Babam, BOSSA Fabrikası’nın makinelerini ısmarlamak üzere yanında Sinan Bosna ve Fazlı Turgay olduğu halde, Avrupa’da makine satıcısı firmaları gezerken, İtalya’da Milano yakınında Lenyano diye anılan bir şehre gitmiş. Burada fabrikaya konacak buhar kazanlarının pazarlığını yapacakmış. Sinyor Mario Pensotti isimli kazan fabrikası sahibi babamı ve yanındakileri evine yemeğe çağırmış. Büyük bir bahçe içindeki evinde değişik sanat eserleri varmış. Bahçedeki at heykelini görünce, babamın gözleri buna takılmış. Kazanın pazarlığı içine, at heykelini de dâhil etmek istemiş. Pensotti “Bu atın kalıbı var. Kazanı alırsan sana da bir tane döktürür hediye ederim. Para almam.” demiş. 1957 yılında heykel, BOSSA’nın yeni makineleri arasında gemi ile Türkiye’ye geldi. O günlerde, “Avrupa’dan heykel de satın alınır mı, bunun parası nasıl ödendi, dövizi nereden bulundu?” şeklinde dedikodular da olmuştu.