Çocukluğumdan beri rahmetli babamdan hep askerlerle dostane ilişkiler içinde olmayı öğrendim. Adana’da babam ya bir fabrikada, ya bir çiftlikte veya orduevinde olur, komutanlarla sohbet etmekten sonsuz zevk alır, bize de aşılardı. Bir Paris gezimiz esnasında, takside giderken caddede yürüyen bir Türk yüzbaşı görmüştük. Bana “Bu bizim subay mı oğlum?” diye sordu. “Evet” cevabı alınca, taksiyi durdurarak, “Yüzbaşım” diye koşup ona sarıldı. Ne olduğunu anlayamayan yüzbaşının babamı iki eliyle iteleyişini hatırlar gülerim. “Beraber yemek yiyelim” diye ısrarı hala gözlerimin önündedir. Hamurumuz böyle yoğruldu.1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Deniz Kuvvetlerimiz’ in çıkarma aracı noksanının takviye gerektirdiğini ortaya koyması bakımından önemliydi. Bu nedenle 1980 ihtilalini müteakip her üç kuvvette de “güçlendirme vakıfları” kuruldu. Devlet bütçesine ek olarak finansal destek sağlamak düşünüldü. Beni de Deniz Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na üye olarak davet ettiler. Onur duydum. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından düzenlenen toplantılara devamlı katıldım. Oramiral Zahit Atakan’ın komutanlığı dönemindeki toplantıda komutan, halkın coşkuyla yaptığı bağışların askerler yerine sivillerce değerlendirilmesinin daha doğru olacağına inandığını belirterek, benim Deniz Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na başkan olmamı teklif etti. Büyük onur duyarak, şerefle kabul ettim. Karargâhta da olsa disiplinin, tertip düzenin, emir komuta zincirindeki içten sadakatin her zaman hissedildiği toplantılarda değerli komutanların sivillerin fikirlerine bu kadar değer vermeleri itiraf edeyim beni hem şaşırttı, hem gururlandırdı. Bu toplantılarda, Deniz kuvvetleri’nin ihtiyaçları her kademede titizce incelenip rapor haline geliyor, tartışılıyor ve kararlaştırılan tahsisat ayrılıyordu. Bazı projelerimiz gerçekleşemeden bütün kuvvet komutanlıklarına ait güçlendirme vakıfları tek bir çatı altında “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Güçlendirme Vakfı” adıyla birleştirildi. Vakıfların kaynakları tek elde toplanmış oldu.Bu şerefli görev süresinde 1980 yılında alçakça bir kundaklama sonucu yanan ulu önderimizin anılarıyla dolu Savarona yatının yenilenmesi konusu birkaç kez gündeme geldi. Haliç’te yanmış haliyle kaderine terk edilmiş gibi duran bu Ata yadigârının Yavuz zırhlısı gibi jilet olmasına hiçbirimizin gönlü razı olmuyordu. Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’la bu konuyu uzun uzun görüştüm. Yatın baştanbaşa elden geçirilerek Atatürk Müzesi haline getirilmesi arayışlarını sürdürdüm. Hatta içine Atatürk’le ilgili kitapların ve şayet hala gemide varsa mevcut anıların muhafaza edilmesi gibi detaylar dahi önerildi. Bir gün bana hediye edilen bir mektup açacağının jilet haline getirildiği dillerde dolaşan Yavuz zırhlısının döşemelerinden yapıldığını hatırlamak içimi sızlatıyordu. Savarona yatının da Yavuz’un akıbetine uğramasını önlemeye çalışıyordum. Amerika gezilerimde bazı sahil şeritlerinde Amerika’nın deniz savaşlarında yer almış kahramanlıklarıyla Amerikan halkının sempatisini toplamış gemilerin rıhtımlara bağlı olarak ziyaretçilere açıldığını görmüş ve gezmiştim. Ulu önderin son günlerini geçirdiği bu yatın müze haline getirilmesinin önemine inanıyordum. Ama maalesef başaramadım. Daha sonra Kahraman Sadıkoğlu’nun bu yatı satın aldığını, büyük masraflarla elden geçirdiğini ve turizmin hizmetinde kullandığını görmek ne kadar içimi rahatlattı ise de, Savarona yatını müze haline getirmeyi başaramadığım için çok üzülürüm.